Yalnızca son günlerde değil, çok uzun yıllardır süregelen bu gündemi oluşturan kadın cinayetleri ve cinsiyet eşitsizliği toplumun en büyük sınavlarından birisi ve en acı gerçeğidir.Her gün bir kadının, yalnızca kadın olduğu için en temel hakkının ‘’yaşam hakkının’’ elinden alındığını duymanın olağan hale getirilmesi ve bu denli kabullenilmesi toplumun en acımasız, görünür yüzüdür. Cinsiyete dayalı şiddetin bir tezahürü olan kadın cinayetlerinin, çoğu zaman bir bireyin yalnızca kadın olmasıyla içsel bağlantılı olarak gerçekleşmesi çok acı bir gerçeğin ne yazık ki gün yüzüne çıkmasıdır.Bireyin yalnızca cinsiyetinden ‘’kadın’’ olmasından ötürü hedef alındıkları bu cinayetler toplumun derinliklerine işlemiş cinsiyetçi zihniyetin en yıkıcı sonucudur.
Bir cinayetin, bir kadının vahşi şekilde öldürülmesi eyleminin‘’öfke kontrolsüzlüğü’’, ‘’ kıskançlık’’ ‘’talihsizlik’’ meselesi olmadığının net bir şekilde altının çizilmesi gerekmektedir. Bu insanlık suçunun zeminini hazırlayan durumun kadının varlığını tehdit olarak algılayan ataerkil anlayışın bir sonucu olduğu hususunun ne yazık ki herkes tarafından bilinmesi gerekmektedir.
Toplumun sakınılmayan acı yüzü olarak, erkeklerin her alanda ayrıcalıklı olduklarına inandırılması, daha çocukluktan itibaren; güçlü, kontrol sahibi, üstünlük algısı ile büyütüldüğü kültür, bugün kadınların ölümüne sebep olan vahşi cinayetlerin zeminini oluşturan ve nihayetinde de cinsiyet eşitsizliğini besleyen en büyük unsurdur.
Kadın cinayetleri, yeterince belgelenmemiş, yeterince araştırılmamış ve toplumun özellikle ataerkil inançla yetiştirilmiş kesimi tarafından yeterince anlaşılmamış bir halk sağlığı ve insan hakları sorunudur. Birçok kadın cinayetinin mevcut sebebinin eski eş, sevgili, yakınlık kurulan partner tarafından işlenildiği göz önüne alındığında toplumu cinsiyet eşitliği algısına teşvik etmek en büyük önceliktir.
Bu şiddet biçiminin kadınların hayatlarının hafife alınması, kültür kökeninden kaynaklanan zararlı inanç ve normlara dayandığından, yasal çerçevenin ötesine geçerek toplum üyelerinin bu cinsiyetçi algıyı yok etmeye yönelik savunuculuğu ve aktif katılımı önem arz etmektedir.
Yüzyıllar boyunca kadın cinayetleri, ‘’ayrılık dramı’’, ‘’evlilik trajedisi’’, ‘’kıskançlık krizi’’ gibi çeşitli terimlerle gölgelenmektedir. Bir insanlık suçunun bu terimler adı altında anılması suç faillerinin göz ardı edilmesi ve aklanmasında büyük rol oynamaktadır.
Kadın cinayeti kavramının literatürdekavramsallaştırılamaması, toplum tarafından algılanamamasının ve bu durumun yalnızca bir eylem olarak kabul edilip olası yanlış yorumlamalara ve hafife almalara yol açtığı gerçeğini gündeme getirmektedir.
Kadın cinayetinin bilimsel literatürde kavramsallaştırılması ve ölçülmesi ve evrenselciliği önceliklendiren ilerleme stratejileri arasındaki gerilimler tarafından şekillendirilmiştir. Bu gerilim kadın cinayetinin cinayetten ayırt edilip edilmemesi gerektiğiyle ilgilidir ve bir diğeri ise feminist stratejilerin,kadınlara mı yoksa kesişen eşitsizlikleri ana akıma mı sokmaya odaklandığıyla ilgilidir. Bu gerilimlerin müzakere edilmiş sonucu, şiddetin ve kadın cinayetinin toplumsal cinsiyet boyutlarının kavramsallaştırılıp ölçülmesinin çeşitli yollarında bulunur.
Bu zihniyetle yüzleşmek kadınları ikincil gören her türlü yapıya karşı baş kaldırmakla başlar. Toplum tarafından, kadınların ve kız çocuklarının cinsiyete bağlı olarak öldürülmesine ilişkin idari verilere özel olarak odaklanarak, kadına yönelik şiddete ilişkin istatistiksel verileri düzenli olarak toplamaya, analiz etmeye ve yayınlamaya öncelik verilmesi gerekmektedir.
Epistemik adaletsizlik, insanların davranış, katılım ve iletişim biçimlerini etkileyerek haksız, yanlış ve adaletsiz muameleye yol açan bilgi biçimlerini ifade eder ve “sessizlik, görünmezlik ve duyulamazlık kişinin anlamlarının veya katkılarının sistematik olarak çarpıtılması, yanlış duyulması veya yanlış temsil edilmesi” ile sonuçlanır. Bu kapsamda, dijital alanın savunmasız grupların haklarını nasıl koruyabileceğine ve özellikle kadın cinayeti gibi, sosyal ve kültürel normlarını yansıtan politik olarak kutuplaştırıcı konularda, bilginin otoriter rejimler tarafından nasıl alınıp iletildiği, toplum algısını nasıl etkilenebileceği hakkında çok daha bilinçli olunması, kaynakların doğru kullanılması ve en önemlisi toplumsal farkındalığın artırılması büyük önem arz etmektedir.
Yazan: Av.Selen Tüysüz